Yavaşça önümde duran “nesne”ye uzandım.
1945 yılından “gelen” ama hala o zamanda duruyormuş gibi duran; bugüne adeta
zorla getirilmiş gibi duran bir şey. Bir kitap. Fransız Gallimar Yayınlarından kopya edilmiş sade kapak düzeniyle M.E.B.
yayınlarının bir Fransız klasiği. Kapakta “Descartes: Tabiat Işığı ile Hakikati Arama” yazıyor.
Nereden ve ne zaman aldığımı
hatırlamıyorum. Ne kadar süredir kitaplığımda durduğuna dair bir fikrim de yok;
çok çok beş-on yıl olmuştur. Descartes’ın Metafizik
Düşünceler, Metot Üzerine Konuşma ve Felsefenin İlkeleri kitaplarının
Türkçe, İngilizce ve Fransızcalarıyla, Düşünceler’in
de Latincesiyle epey bir zaman haşır-neşir olmuş biri olmama karşın, Descartes
öldüğünde evinde müsvedde halinde bulunan bu küçücük diyalogu (Türkçesi 46
sayfa) bugüne kadar hiç okuma isteği duymamıştım; bunun için bir “zorunluluk”
da dayatmadı beni bugüne değin. Ama işte şimdi önümde duruyor ve elime alıyorum.
Dura dura yıpranmış, kağıt sararmış, formalar biraz zorlayınca kapaktan
ayrılıveriyor. Sonra beni şaşırtan bir şeyle karşılaşıyorum. Eski kitaplara
özgü bir durum bu. Matbaada formalar kesilmediği için, birbirine bitişik sayfalar
duruyor önümde. Bugüne kadar hiç açılmamış; altmış yedi yaşındaki bu incecik kitap baştan
sona hiç okunmamış. İç kapağına ve birkaç sayfasına şöyle bir bakan birileri
olmuştur muhakkak -onu benden önce birilerinin satın almış olduğu kesin; satın
alan kişi, bu kitabı birilerine hediye etmiş bile olabilir- ama kimse baştan
sona okumamış. Henüz ben de okumadım. Henüz okunmamış bir kitapla -ama altmış yedi
yıllık bir kitapla- karşı karşıyayım. Bir bıçak buldum ve sayfaları ayırmaya
başladım şimdi. Eudokse ile Epistemon’un diyalogunu okumaya
başlayacağım şimdi. “İyi sanılı” ile “bilgili”nin; sağduyulu ile bilgicin
diyalogunu. Ama okumaya bir türlü başlayamıyorum; hep “kitap” hakkında
düşünceler işgal ediyor zihnimi. “Kitap” hakkında, kitabın anlamı hakkında,
kitabın “sevgisi” hakkında, kitabın “ölümü” hakkında, kitabın “metin”den farkı
hakkında, Derrida hakkında, parçalı metinler hakkında, sonu olmayan ve -daha
ilginci- başı olmayan metinler hakkında, bilgisayar ekranında okunmaya
çalışılan “kitap”lar hakkında, “çocukluğum ve kitaplar” hakkında… Karmakarışık,
ilgili ilgisiz, bağlantıları kopuk kopuk, “oradan oraya” atlayan sonra tekrar “oraya”
dönen, “çağrışımsal” düşünceler. İşte böylesi bir zihinsel durum içinde, açıp
ilk tümcelerini okumaya başlıyorum Tabiat
Işığı ile Hakikati Arama’nın: “Sağ duyulu bir adam ne bütün kitapları
okumak, ne de okullarda okutulan her şeyi inceden inceye öğrenmek zorundadır.
Hatta kitaplarla uğraşmağa fazla zaman harcaması, eğitiminde bir eksiklik olur.
Hayatında yapacak birçok işleri vardır. Ömrünü iyice hesaplamak, en iyi kısmını
da iyi işlerle uğraşmağa vermek zorundadır. Bu işleri de ona yalnız kendi aklı
öğretecektir”.
Saat gecenin üçünü geçti. Bir sigara
içeceğim şimdi balkonda. Sonra uyumaya giderim herhalde…